Zaman içerisinde, kuşaktan kuşağa ailenin çocuktan beklentilerinin ve çocuğun ailedeki rolünün değiştiği görülmektedir. Eski yıllarda tarım toplumu olma ve imkânların sınırlılığı nedeniyle çocuk sahibi olmak çoğu zaman ailedeki sorumlulukların ve yükün artması anlamına gelmekteydi. Bu sebeple kalabalık ailelerdeki çocuklar, ailenin geçimine yardımcı olmak amacıyla tarım ve hayvancılıkta çalışabilecek ve eve dair her türlü sorumluluğu ufak yaşta taşıyabilecek şekilde yetiştirilmekteydi. Günümüzde ise, çocuk sahibi olmak, aileler için ‘evlatlarının büyümesini ve gelişimini üstlenerek sağlıklı, mutlu, huzurlu ve başarılı bir birey yetiştirmek ve topluma kazandırmak’ anlamına gelmektedir. Bu durum, değişen sosyal yapı ile birlikte, ailelerin ‘çocuk-odaklı’ yaşamalarını sağlayacak bir yaşam tarzını benimsemelerine vesile olmuştur. Dolayısıyla çocuğu anlamak, çocuğun her türlü ihtiyacını karşılamak ve yaşadığı ruhsal sorunlara çözüm bulmak aileler için daha da önemli hale gelmiştir.
Günümüzde, çocuklarda ve ergenlerde görülebilen zihinsel, duygusal ve davranış sorunlarının hem bazı biyolojik faktörler (genetik ve nörolojik etkenler gibi) hem de bazı çevresel faktörlerden kaynaklandığını bilmekteyiz. Çevresel faktörlere baktığımızda, çocuk ve ergenin içinde bulunduğu ortamda deneyimlediği ilişkiler çok önemli bir yer kaplamaktadır. Aile içerisindeki ilişkilerin rengi, çocuk ve ergenlerde görülebilen ruhsal sıkıntıların rengini de fazlasıyla belirlemektedir. Çocuk-ebeveyn arasındaki iletişim problemleri gerek çocuk ve ergenlerin gerekse de anne ve babaların yaşam kalitesini düşürerek, mutsuz, anlaşılmamış, yalnız ve endişeli hissetmelerine neden olarak çeşitli duygusal ve davranışsal problemleri beraberinde getirebilmektedir.
Bunun yanı sıra, çocuğun psikolojik gelişimini etkileyen en kritik ilişki anne ve babası arasındaki eş ilişkisidir. Çocuklar, içlerine doğdukları ailede anne ve babalarını birbirine güvenen, olası tartışmaları çözebilen, birbirine sevgi ve anlayış göstererek yakın hisseden bir çift olarak deneyimlediklerinde, kendilerini ‘güvende’ hissederler. Aile içinde birlik, beraberlik, güven, sevgi ve yakınlığı yaşamak, çocukların ruhsal olarak sağlıklı büyümelerini sağlar. Ayrıca, kendi aileleri içinde örnek bir çift ilişkisi görmeleri, ileride kendi özel hayatlarına da olumlu bir şekilde yansır. Çocuklar erken yaştan itibaren çoğunlukla ebeveynlerinin arasındaki yoğun tartışma, çatışma, güvensizlik, kopukluk ve iletişimsizliğine şahit olduğunda ise ruhsal olarak yara alır. Aile içinde kendini güvende hissedemeyerek endişe ve korku yaşar. Çocuklar bazen aileyi bir arada tutmak ve kurtarmak adına ‘arabuluculuk rolünü’ üstlenebilir; bazen de duydukları üzüntü, endişe ve umutsuzluk ile aileden uzaklaşabilir. Alt ıslatma, tırnak yeme, korku ve endişeler, okulda devamsızlık ve derslerde başarısızlık, öfke patlamaları, depresyon ve intihar riski gibi duygusal ve davranış sorunları da kaçınılmaz olarak çocuk ve ergenlerde gözlenebilir. Aile içindeki bunalımı yaşayan ebeveynlerde de benzer şekilde depresyon, kaygı bozuklukları, bağımlılık, öfke kontrol problemleri ve intihar riski gibi sorunlara rastlanabilir.
Bu sebeple, çocuklarımıza vermemiz gereken en değerli hediye, mutlu bir çift ilişkisidir. Sağlıklı bir eş ilişkisi, aynı zamanda her yetişkinin kendi ruh sağlığı ve yaşam kalitesi adına da dilediği şeydir. Yaşanan çift problemlerinde, eşlerin/ebeveynlerin unutmaması gereken en önemli şey; çift terapisine başlayarak, kendileri, eşleri ve tüm aileleri için önemli bir adım atıyor olabilecekleridir. Eşler/ebeveynler ailenin mimarı olarak çift terapisi sürecinde edinecekleri değişim ve gelişim ile hem kendileri hem de çocukları için mutlu yarınlar yaratabilir.