Günümüzde anne babalara, çocuklarının en çok hangi özelliğe sahip olmalarını istedikleri sorulsa, ebeveynlerin sayacakları cevaplar arasında “özgüven” ilk sıralarda yerini alır. “Modern” çağın getirdikleri arasında, her bireyin “en iyi” olması beklentisi kaçınılmaz. Bu durumda çocuklardan da beklenilen, arkadaşları arasında sosyal, spor ya da diğer faaliyetler açısından etkin ve dersler konusunda başarılı olmalarıdır. Tüm bunlar için de çocuğun yüksek bir özgüvene sahip olması beklenir.
Peki nedir bu özgüven? Niçin bu kadar önemsenir ya da vurgusunun bu kadar yapılması sağlıklı mıdır?
Elbette özgüven hepimiz için önemlidir. Bir bütün olarak var olabilmemiz için kendimize, duygularımıza, bedenimize ve düşüncelerimize aşina olmamız ve bunlara güvenebilmemiz gerekir. Çocukluk çağı, her kavramın olduğu gibi özgüvenin de öğrenilmeye başlandığı bir süreçtir. Bununla birlikte özgüveni, sürekli bir faaliyet içinde olmak ya da sürekli göz önünde olmaktan ayrıştırabilmek gerekir. En çok sosyal faaliyete katılan çocuk, aynı zamanda en özgüvenli olan mıdır? Ya da tüm derslerinden yüksek notlar alan çocuk? Belki ayrı ayrı ikisi de, belki de hiçbiri aslında.
Özgüvenli çocuk, yani özüne güvenen ve sahip çıkan çocuk aslında özü hakkında en çok farkındalığa ve en sağlıklı mesajlara sahip olan çocuktur. Kendisinin dünya üzerinde var olduğu için kıymetli olduğunu özümsemiş, kabul ve sevgi gören, sorumlulukları konusunda da belirli bir farkındalığı olan bir çocuk, kendine güvenen ve mutlu bir çocuk olacaktır. Peki bir çocuk nasıl böyle hissedebilir? Çocuklara bu mesajlar şüphesiz en yakınları olan anne ve babalar tarafından verilir. Örneğin bir etkinliğe katılacağı zaman, bunu kendisi keyif aldığı için yapması desteklenen bir çocukla, yaptığı şeyi “en iyi” şekilde sürdürmesi gerektiği konusunda mesaj alan bir çocuğun özgüven düzeyleri arasında fark olacaktır.
Ebeveynlerin Beklentisi Yüksek Olabiliyor
Çoğu anne ve babanın çocuklarından beklentileri gereğinden fazla olabiliyor. Bunu yaparken de niyetleri aslında çocuklarının daha mutlu ve özgüvenli olması, yani eksik hissetmemesi. Tam da bu sebeple, ne kendilerine ne de çocuklarına boş zaman molası vermiyorlar. Oysaki özgüveni desteklemek için, bu yoğunluk yeterli ya da gerekli değildir.
Bu noktada iki önemli kavramın vurgulanmasında fayda vardır; “sorumluluk” ve “model olma”. Özgüvenin gelişimini, sorumluluğun gelişiminden çok da bağımsız düşünmemek gerek. Küçük yaşlardan itibaren, kendi davranışlarının sonuçlarını yaşayarak deneyim elde etmelerine izin verilen çocuklar sorumluluklarını bilirler. Örneğin ödevini yapma sorumluluğunun kendisine ait olduğunu öğrenebilmiş bir çocuk, ödevini yapmadığında bunun bir tercih olduğunu bilir. Bu durumda, öğretmeniyle bu konuda konuşacak bir özgüvene de sahiptir. Karnı acıktığında, bunu söylemeye alışmış olan bir çocuk, kendi açlık/tokluğu konusunda bir sorumluluğa sahiptir ve acıktığı anda anne ya da babası yanında yoksa bile ihtiyacını karşılama konusunda seçeneklere yönelebilecek bir özgüvene sahip olacaktır.
Diğer bir önemli nokta ise, anne ve babanın kendi özgüven tanımları ve bu güveni ne şekilde yaşayıp, çocuklarına nasıl model olduklarıdır. Kendi arkadaşlık ilişkileri kısıtlı olan ebeveynlerin çocuklarından daha çok arkadaş edinmelerini beklemeleri veya birbirleriyle hislerini, düşüncelerini paylaşmayan ebeveynlerin, çocuklarına sınıfta daha çok parmak kaldırıp düşüncelerini açıkça ortaya koymasını öğütlemeleri ne yazık ki çocukların özgüvenini geliştirmez. Benzer şekilde, ailedeki bireyler için üzüntü duygusu tehlikeli ve kaçınılan bir duyguysa, üzüntü duygusunun sağlıklı yaşanmasından çok, bunun yok sayılması, hemen sevince dönüştürülmeye çalışılması beklenir. Bu ortamdaki bir çocuk da, üzüntüsünü sağlıklı yaşamayı öğrenemez. Peki bunun özgüvenle alakası ne olabilir? Eğer bir duygumuzun farkında değilsek ya da bunu uygun şekilde yaşayamıyorsak, bir anlamda bir parçamız eksiktir. Bize, yani “özümüze ait bu eksiklikle, var oluşumuza tam olarak güven duyamayız. Desteğe ihtiyaç duysak bile bunu nasıl talep edeceğimizi bilemeyiz. Üzüldüğümüzde, bunu bedenimize yönlendirip belki tırnaklarımızı yiyebiliriz belki de içimize kapanabiliriz. Duygumuzu bilemez, fark edemez, sorumluluğunu alamaz ve eksik kalırız.
Çocuklar; kendilerine, yaşama ve ilişkilere dair bilgileri, ebeveynlerinin kendilerine ve birbirlerine olan davranışlarından edinirler. Bu nedenle de, özgüveni yüksek çocuklara sahip olmak isteyen ebeveynler önce kendi özlerine, kendi tarzlarına ve ilişkilerine göz atarlarsa, bu, çocuklarıyla birlikte etkinlikten etkinliğe koşturmalarından daha etkili olur. Özgüveni, hiç durmadan geliştirilmesi gereken bir şeyden çok, bütün olarak çocuğun varlığının desteklenmesi olarak düşünmek de bir seçenek. Bu yüzden, şu an için içinde olduğunuz yoğunluğu bir an için dondurup düşünün. Özgüveni bu haliyle desteklemek size nasıl gelir?