Kişinin kendisiyle ilişkisi, hem psikolojik sağlığını hem başkalarıyla olan ilişkilerini belirleyen en önemli faktörlerden. Kendinizle nasıl bir ilişki kurmuş olduğunuzu hiç düşündünüz mü? Örneğin kendinizle ilgili genel olarak olumlu duygular mı taşıyorsunuz yoksa olumsuz mu? Kendinize ne ölçüde hoşgörü gösteriyorsunuz? Peki kendinize karşı merhametli, şefkatli, anlayışlı, duyarlı olabiliyor musunuz? Bu yazıda, son yıllarda özellikle bilimsel araştırmalarda ve psikolojik destek çalışmalarında giderek önem kazanmaya başlayan birkaç kavramın – kendimize karşı duyarlı, merhametli, şefkatli ve anlayışlı olmanın ne olduğuna ve bunların ruhsal sağlığımızdaki yerine bakacağız.
Bazılarımız iş yaşamımızda çok küçük bir hata yaptığımızda kendimize söylemediğimizi bırakmaz, kızar, suçlar ve sert çıkarız. Anlayış, nezaket ve hoşgörüden yoksun bırakırız kendimizi. Bazen hayal kırıklığına uğradığımızda, kendimizi kötü hissettiğimizde de benzer davranışlar sergiler, örneğin kötü hissetmememiz gerektiğini düşünerek hoşa gitmeyen duyguların varlığını kabul etmeyiz. Benzer şekilde sıkıntılı ve zor zamanlar geçirdiğimizde gerekli şefkati kendimizden esirgeriz. Kısacası kendimize karşı merhametli, duyarlı ve anlayışlı davranmama eğilimi gösteririz.
Şefkat, anlayış ve duyarlık kavramları aslında uzak doğu felsefelerinde yüzyıllardır yer almasına rağmen, bu kavramların psikoloji alanındaki yeri oldukça yenidir. Tarihe baktığımızda, şefkat ve duyarlığın yaşanan acıları dindirme ve yaşamın zorluklarıyla yüzleşirken gerekli cesareti ve gücü kazanma gereklerinden çıktığına tanık oluruz. Aslında merhamet, anlayış, duyarlık, şefkat gibi duyguların genelde başka insanlara gösterildiğini düşünürüz. Ancak araştırmalar sayesinde kişinin kendisine gösterdiği duyarlığın ve anlayışın da en az başkalarına gösterdiği kadar önemli olduğunu biliyoruz. Hatta uzak doğu felsefelerine göre şefkat ve duyarlık kendimizi içermiyorsa eksik kalmaktadır.
İngilizce’deki “self-compassion” kavramı Türkçe’ye öz-anlayış, öz-duyarlık, öz-merhamet gibi farklı şekillerde çevrilmiş ve çeşitli araştırmacılar tarafından bu farklı sözcüklerle anlatılmıştır. Ancak özünde benzer şeyleri ifade etmektedir. Peki nedir kendine karşı anlayışlı, duyarlı, merhametli olmak? Genel olarak kişinin zor zamanlarda, hata yaptığı durumlarda, sıkıntı yaşadığında ya da zayıf anlarında kendisine karşı duygusal anlamda destekleyici ve anlayışlı olmasını içerir. Kendimize karşı duyarlı olmak, sevdiklerimiz zor zamanlardan geçerken onlara gösterdiğimiz ilgi, destek ve nezaketin benzerini gerektiğinde kendimize de gösterebilmektir aslında. Kişinin kendisine gösterdiği bu anlayış ve duyarlık temel olarak şu üç öğeden oluşur:
Kendine karşı şefkat gösterme: Yargılayıcı ve sert olmaktansa kişinin kendine karşı anlayışlı olma eğilimidir.
Ortak paydaşım: Kişinin, yaşadığı sorunları ve deneyimleri bireysel olarak görmesinden ziyade tüm insanların yaşadığı sorun ve deneyimler olarak görmesidir.
Bilinçlilik: Kişinin şimdiki zamanın farkında olması ve hem hoşuna gitmeyen yönlerini reddetmemesi, hem onlar üstünde sürekli düşünmemesidir. Bir bakıma olumsuz duyguları dengede tutabilmektir.
Kendine karşı duyarlı olan kişiler acı çektikleri, hayal kırıklığına uğradıkları veya başarısızlık yaşadıkları durumlarda kendilerine anlayış gösterir, üzgün veya öfkleli olduklarında kendilerine yüklenmekten kaçınır, hatalarını ve başarısızlıklarını tüm insanlığın ortak noktası olarak görür, kendini kötü hissettiği zamanlarda kendini dış dünyadan geri çekmez, hoşuna gitmeyen duygularını da farketmeye çalışır ve bu tip durumlarda kendine karşı kabul edici ve duyarlıdır. Kendine karşı anlayışlı ve duyarlı olabilen kişiler, geçmişte yaşadıkları olumsuz bir olayı hatırladığında, günlük yaşamda stres verici durumlarla karşılaştığında, başarısızlık yaşadığında veya eleştiri aldığında bundan nispeten daha az etkilenir. Yani bu duyarlık ve anlayış bizi olumsuz durumlarda çeşitli duygusal risklerden koruma gücüne sahiptir.
Kendimize karşı geliştirdiğimiz anlayış, hatalarımızı görmezden gelmek, yanlış yaptığımızda bunun için bahaneler üretmek değildir. Aksine; hataları farketmek, ancak bunları kabul ederek gelişimimiz için kullanabilmek adına kendimize şans vermektir. Sürekli başarılarımızla övünmek veya başarısızlıklarımızı, hatalarımızı haklı çıkarmaya çalışmak, sorumluluğu üstümüzden atmak değil; aksine kendimizi kabul ederek geliştirebileceğimiz yönlerimize ve davranışlarımıza dair sorumluluk almaktır. Ayrıca kesinlikle kendimize acımak değil, bir durumun veya yaşantının zor olduğunu, zaman zaman kötü hissedebildiğimizi kabul edebilmektir. Kısaca kendimize karşı duyarlı ve anlayışlı olmak, bir başarısızlığı veya hatayı benliğimizin yansıması olarak görmemek, yani kendimizi onlarla özdeşleştirmemek ve onları kabul edilemez olarak algılamamaktır. Bir bakıma “iyi günde kötü günde” kendimize destek olabilmek, iyi davranabilmektir.
Pek çok araştırma, bu tarz bir merhametin psikolojik sağlığımıza katkı yaptığını gösteriyor. Örneğin depresyon riskini, kaygıyı, başarısızlık korkusunu ve benmerkezciliği azaltmaya yardımcı oluyor, yaşamdan alınan doyumu ve yetkinlik hissini artırıyor, ilişkileri geliştiriyor. Başkalarından şefkat, anlayış ve merhamet gördüğünüz anları düşünün. Sizi rahatlatıcı etkisini hissedebilirsiniz. Anlaşılmak, hoşgörüyle yaklaşılmak, birinin gösterdiği sıcaklığı hissetmek, sert şekilde yargılanmamak kendimizi iyi hissetmemize, gücümüzü toplamamıza ve zorluklarla daha kolay başa çıkmamıza yardımcı olur. İşte tıpkı başkalarından gelen bu destek gibi biz de kendimize benzer desteği göstermeye çalıştığımızda olumlu duyguların artması, davranışlarımızın daha yapıcı olması mümkün.
Bir çocuğa, aldığı kötü bir not nedeniyle nasıl kötü davranmıyorsak, kendimize de iş yerinde yaşadığımız bir zorluk veya yaptığımız bir hata yüzünden benzer hoşgörüyü gösterebilmek merhamete işaret eder. Benzer şekilde üzgün, kırgın bir arkadaşımıza destek olup anlayış gösterdiğimiz gibi kendimize de kötü hissettiğimizde benzer sıcaklığı, nezaketi, kabulü sergilemekle merhamet göstermiş oluruz.
Kendimize karşı duyarlı ve sefkatli olabilmenin bir gereği, yaşantıları, olayları ne olduklarından fazla ne de az görmek, yani olduğu gibi algılayabilmektir. Yaşamımızla ilgili sorumluluk alırken aynı zamanda acı çekmenin ve kötü hissetmenin tüm insanlığın yaşayabileceği bir durum olduğunu unutmamak, kaygının ise doğal ve kaçınılmaz bir yaşantı olduğunu kabul etmek önemlidir. Bunlar içinse kendimizi suçlamak ve duygularımızı bastırmak yerine tüm duygularımızı yaşamaya izin vermek, kendimize sürekli eleştirel olmak yerine gerekli hoşgörüyü gösterebilmek gerekir. Özeleştiri elbette gereklidir. Ancak dozunu kaçırdığımızda bizi motive etmek yerine kendimizi değersiz algılamamıza yol açabilir, bizi hedeflerimizden soğutabilir.
Öz-duyarlık ve öz-anlayış kendinizi tamamen değiştirmek değil, kendinizi kabul edebilmek, fakedebilmekir özünde. Bu kabul ve farkındalık ise duygularımızı daha iyi düzenlememize yardımcı olacak, herhangi bir değişim hedefimizde bize yol gösterecektir.