Filozoflar ve psikologlar evde kalmak zorunda olduğumuz bu günlerde yaşadığımız can sıkıntısını açıklayabilecek bilgilere sahip olabilirler mi?
“Hayat canımızı sıkmak için oldukça kısa değil mi?” demiş 19. Yüzyıl filozofu Freidrich Nietzsche. Şu an bu soru kendini evlerinde izole ederek yaşamakta olan milyonlarca insanın yüzleştiği bir soru haline geldi.
Ülkemizde de olduğu gibi çoğu ülkede zorunlu olan ya da şiddetle tavsiye edilen sokağa çıkmama uyarıları yapılmakta. Evlerinden çıkmayan çoğu insanın gün içinde işlerine devam etmesi gerekiyor olabilir; katılmamız gereken toplantılar, çocuklarla ilgilenmek, evin işlerini halletmek gibi… Ancak tüm bunlardan sonra hala oldukça fazla vaktiniz kalıyor olabilir. Sosyal medya, dizi/filmler, oyunlar artık can sıkıntınızı geçirmek konusunda yeterli olmadığı noktada yine kendimizle baş başa kalıyoruz ve şu soru geliyor aklımıza “peki ya şimdi ne olacak, ne yapacağım?”
Neden canımız sıkılır?
Can sıkıntısı bir çok soruna yol açabilir. Psikologlar can sıkıntısı ile madde kullanımı, aşırı yemek yeme (tıkanırcasına yeme sendromu), depresyon ve kaygı bozukluğu gibi psikolojik problemler arasında kuvvetli bağlar bulmuştur.
Peki neden canımız sıkılır? Psikolog John D Eastwood, 2012 de yayımladığı makalede can sıkıntısını “memnuniyet veren aktiviteyi yapma isteği ancak yapamayıştan doğan rahatsız edici deneyim” olarak özetliyor.
Eastwood’un bu tanımlaması ve şu an içinde bulunduğumuz karantina süreci ile en uyumlu açıklama “uyarılma eksikliği” ile ilgili. İnsanlar can sıkıntısı yaşamamak için farklı uyaranlara ihtiyaç duyarlar. Bu uyaranlar dışarı çıktığımızda karşılaştığımız insanlar, sokakta koşuşturan çocuklar, uçuşan kuşlar gibi birçok şey olabilir. Ancak evde kaldığımız dönemde bu uyaranlar en aza inmiş durumda; evimiz, beraber yaşadığımız kişiler, telefon ya da bilgisayarlarımız… Kısacası biz uyarılmak isterken çevremiz bu uyarılmayı sağlayamıyor ve bu uyarılmama durumu da canımızın sıkılmasına sebep olabiliyor.
Eastwood’un can sıkıntısını tanımlamakta kullandığı bir açıklama da varoluşsal bakış açısından durumu değerlendirdiğimiz noktada karışımıza çıkıyor. Hayatın anlamını bulamamak, değerlerin geçerliliği olmadığını fark edip boş vermişlik hissi yaşamak, günlük işleyişe devam etmek için sebep bulamamak gibi durumlar can sıkıntısına sebep olabiliyor.
Can sıkıntısı ve hayatın anlamı
Yaşadığımız can sıkıntısı bizi hayatın anlamı ve varoluş gibi felsefi konularda düşünmeye itiyor. Çoğu insan günlük rutinleri içinde, örneğin alışveriş yaparken, işteyken, arkadaşlarıyla buluştuğunda, hayatın anlamını sorgulamayı düşünmeyebilir, var olan düzen içerisinde günlerini geçirir. Günlük rutinlerimizin bozulması ve “normal” hayatlarımıza devam edemiyor olmak, insanlara bir yandan doğanın düzenini, bir yandan da kendilerini sorgulamaları için fırsat tanır. Kişisel sorgulamalar ve kaotik gerçeklik arasındaki çelişki can sıkıntısına sebep olan önemli etkenlerden biri. Fakat hayatımızın anlamını ve varoluş sebebimizi bulmaya çalıştığımız bu yolda ilerledikçe zamanla bu çelişki de azalır ve can sıkıntımız ortadan kalkabilir.
Can sıkıntısı ve yaratıcılık
Nietzsche ve Kierkegaard gibi varoluşçu filozoflar can sıkıntısını insanı aşağı çeken bir yük olarak görmek yerine kişisel gelişim ve değişim için bir fırsat olarak görüyor.
“Yaratıcı eylemlere sürükleyen hoş olmayan sakinlik” olarak tanımlıyor Nietzsche can sıkıntısını. “Can sıkıntısına karşı duyulan nefret yaratıcılığın ortaya çıkışı için uygun ortam sağlıyor” diyor Kierkegaard.
Felsefi düşüncenin yanında can sıkıntısı ve yaratıcılık arasındaki bağı araştıran bilimsel çalışmalar da bulunmakta. 2012 de Psikolog Sandi Mann, can sıkıntısının insanı uyaran bulmaya ittiğini, uyaranı dış dünyada bulamayınca kişinin kendi iç düşüncelerine yöneldiğini ve bu yönelimim gün içerisinde düş kurma, dalıp gitme olarak adlandırdığımız şekillerde kendini gösteren uyaranlar haline getirildiğini söylüyor. Kendi oluşturduğumuz düşler sayesinde dış dünyadan gelmesini beklediğimiz uyaranlara olan ihtiyacımız azalır, daha yaratıcı sorun çözme becerileri geliştirir ve dışarıya bağımlı olmadan da can sıkıntımızı giderebiliriz.
Yeni yayımlanan bazı makalelerde de bahsedildiği gibi, Isaac Newton ve William Shakespeare en değerli eserlerini pandemi sırasında geliştirmişlerdir. Kim bilir, belki de can sıkıntısı sebebiyle kurulan düşler dünyaya “Kalkülüs”ü ve “Macbeth”i kazandırmıştır…
Çeviren: Psikolog Ece Çağlak
Kaynak:
https://www.trtworld.com/perspectives/this-is-why-you-re-bored-in-quarantine-35002